Hatay'ın Tarihçesi

1-  HATAY’IN TARİHÇESİ

Hatay İsim Hikayesi

Hatay yöresi, Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden biridir.Yöredeki yerleşmelerin tarihi, yaşamı kolaylaştıran ılıman iklim koşulları ve verimli toprakların varlığı nedeniyle, İÖ 100,000’le başlatılan Orta Paleolitik Dönem’e uzanmaktadır.
            
Hatay yöresini çekici kılan ve tarihin her döneminde göçlere açık olmasını sağlayan bir başka özellik de, Anadolu’yu Çukurova yoluyla Suriye-Filistin’e bağlayan yolların kavşak noktasında bulunmasıdır. Ayrıca, Mezopotamya’dan Akdeniz’e çıkmak için kullanabilecek en uygun limanlar yine Hatay yöresindedir.

Hatay adının kaynağına ilişkin ilk bilgiler İÖ 1200’le başlayan Genç Hitit prenslikleri dönemine tarihlenmektedir. Bu dönemde, Amik Ovası´ndaki Hitit Prenslikleri’nin birleşerek Hattena Krallığı adını aldıkları bilinmekte, Hatay adının da buradan geldiği sanılmaktadır. Yöreye bu adı 1936’da Atatürk vermiştir. Hattena Krallığı’nın başkenti, bugünkü Kırıkhan yakınlardaki Kanula (Çatalhöyük) te kalıntıları bulunan yerleşim yeridir.
      
Hatay ilinin merkez ilçesi olan Antakya’nın ise İ.Ö. 300 yılında Seleukos, 1. Nikator’un babası Antiokhos’un ismi verilerek Antiokheia ismi verilmiştir.

https://www.hatay.gov.tr/IcerikDetay.aspx?IcerikId=180

Fransız İşgali ve Milli Mücadele Döneminde Hatay

Osmanlı Devleti döneminde belirli bir idari bütünlük veya coğrafi bölge olarak tanımlanmayan, Fransız işgali döneminde “İskenderun sancağı” (kısaca Sancak) olarak adlandırılan ve 1936 yılında Atatürk tarafından Hatay adı verilen bölgenin Anavatan’a ilhakı, Türkiye’nin diplomasi tarihi açısından üstün bir başarı ve örnek bir olay teşkil etmektedir.


İskenderun Sancağı I. Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’nın Ortadoğu’daki nüfuz bölgesine dahil edilmiş, Milli Mücadele sırasında Türkiye ile Fransa arasında 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara İtilafnamesi ile Türkiye’nin güney sınırları tespit edilirken, bu bölge Türk toprakları dışında bırakılmıştı. Sancak bölgesi Misakı Milli sınırları içinde olmasına rağmen, Milli Mücadele’nin henüz kesin bir sonuca ulaşmadığı bir sırada, Fransa ile savaşı sona erdiren bir anlaşma yapılırken; bölgenin Anavatandan ayrı kalmasını kabul etmek mecburiyeti hasıl olmuştu. Ancak Atatürk’ün liderliğinde yürütülen askeri ve siyasi mücadele sonunda bağımsızlığına kavuşan Türkiye, II. Dünya Savaşı öncesi uluslararası siyasal konjonktürü ustaca değerlendirerek bu milli meseleyi tekrar gündeme getirmiştir.

Genelde Türkiye’nin olduğu gibi, Hatay’a yönelik politika da bizzat Atatürk tarafından, fakat; diğer ilgili kişi ve kuruluşlarla birlikte tespit edilip, önce, Hatay’a bağımsızlık verilerek Suriye’den koparılması, daha sonra da Anavatana ilhak edilmesi şeklinde cereyan eden iki aşamalı bir strateji izlenmiştir. Bu temel strateji çerçevesinde Hatay meselesini kan dökmeden, en son aşamasına ulaştıran Atatürk aramızdan ayrılmış. Başta İsmet İnönü olmak üzere, Türk devlet adamları da belirlenen strateji gereği mutlu sonucu elde etmişlerdir.    

İngiltere ve Fransa I. Dünya Savaşı içinde gizli olarak imzaladıkları Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu bölgesini paylaşmışlardı. Bu anlaşmaya göre Suriye, Lübnan ve Çukurova dolayısı ile Sancak bölgesi Fransa’nın nüfus bölgesine dahil edilmiştir. I.Dünya Savaşı sonunda 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada, Sancak bölgesi Türk küvetlerinin kontrolünde bulunuyordu. Ancak Mütarekenin 7. ve 16. maddelerini ileri süren itilaf devletleri bölgede Yıldırım Orduları Komutanı olarak bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın direnmesine rağmen 4 - 9 Kasım 1918’den itibaren başta İskenderun Limanı olmak üzere Hatay, Urfa, Antep, Maraş ve Çukurova bölgesini işgal etmişlerdir. İşgallere paralel olarak gizli anlaşma gereği bölge Fransa’ya bırakılmış, Fransa da bölgedeki hakimiyetini sağlamlaştırmak amacıyla 27 Kasım 1918’de merkezi Beyrut’ta bulunan Fransız Yüksek Komiseri General Gouraud tarafından yayınlanan bir kararname ile “İskenderun Sancağı”nı kurmuştur.


Mondros Antlaşması ile bu topraklarda görevi bitmiş olan Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal Paşa, tekrar geldiği Adana´da bu işgal hareketini müttefik orduları kumandanı Mareşal Allanby nezdinde protesto ederken, ilerde Hatay Meselesi haline gelecek olan bu konuya, o tarihten itibaren ilgi duymaya başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa Çukurova’da yapmış olduğu çalışmalarla bölge insanını ileride meydana gelebilecek işgallere karşı önce fikirsel olarak hazırlamış ve sonra da halkın örgütlenmesini istemişti. Mustafa Kemal Paşa’nın yönlendirmesini dikkate alan bölge halkı kurtuluş fikri ile hareket ederek, düşman istilasına karşı milli mukavemeti oluşturmak amacıyla örgütlenmişti. Örgütlenen bölge halkı Kuva-yi Milliye adıyla küçük müfrezeler meydana getirerek işgallere karşı direnişe geçmişti. Böylece Mustafa Kemal Paşa’nın direktifleriyle hareket eden bölge insanı, milli direnişin ilk kıvılcımını 19 Aralık 1919 da düşmana karşı sıkılan ilk kurşun ile Dörtyol’da başlatmıştır. Dörtyol yöresinde başlayan ilk Milli Mukavemetler, gittikçe bütün kutsal vatan topraklarına yayılmış, ayrıca çığ gibi büyüyerek, Milli Mücadele şeklini almış ve düzenli ordu şekline de dönüşerek, 9 Eylül 1922 günü düşmanın denize dökülmesiyle büyük bir başarıya ulaşmıştır.


Yerli halkın ileri gelenlerinden bir grubun Fransız yönetimine karşı mücadele kararı alması ile sancakta ilk direniş hareketinin çekirdeği kurulmuş oldu. Bu grubun liderliğinde hareket eden mücahitler, zaman zaman Fransız işgalcileri ile silahlı çatışmaya da girdiler. 13 Temmuz 1919´da İskenderun Sancağı´na gelerek halka Fransız yönetiminden memnun  olup olmadıklarını soran Amerikan heyetine büyük çoğunluğun Türk idaresini istedikleri şeklindeki beyanı, Fransız yönetimine karşı başlatılan direniş hareketinin haklılığını göstermekte idi.


Sivas Kongresi´nde ilk esasları meydana çıkmış olan Misak-ı Milli kavramı ile ilgili olarak bu direniş hareketinin önde gelen isimlerinden Tayfur Ata Bey (Sökmen) ile Ankara arasında yapılan yazışmalarda, İskenderun Sancağı ve havalisinin de (Hatay) bu hudutlar içerisinde olduğunun Mustafa  Kemal tarafından belirtilmiş olması, bir süredir Misak-ı Milli hududu dışında kaldıkları kuşkusu içinde olan bölge halkının maneviyatını yükseltti.


Güneydoğu Anadolu ve İskenderun Sancağı´nda iki yıldır süregelen ve Fransız hükümetini huzursuz eden direniş hareketinin ve çatışmaların sona erdirilmesi amacıyla, Ankara Hükümeti ile 9 Haziran 1921 tarihinde başlanan görüşmelerin, 20 Ekim 1921 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması ile bir uzlaşma  ortamına girmesi üzerine, Antakya´da Fransız yönetimine karşı sürdürülen direniş faaliyetine bir süre ara verildi. Ancak, antlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre önce, 26 Ağustos 1921 tarihinde, Fransızlar bütün Suriye´yi işgal ederek, daha önce kurmuş oldukları Faysal başkanlığındaki Suriye Hükümeti´ne son vermiş ve  ülkede manda yönetimini uygulamaya başlamışlardı.


Ankara Antlaşması hükümleri içinde sancak dahilindeki okullarda Türkçe´nin okutulması, Arapça´nın yanında Türkçe´nin de resmi mahiyette bir dil olması, Türk Kültürünün yayılması, sancak bayrağının Türk Bayrağı´na benzer bir bayrak olması gibi maddeler bulunmasına rağmen, Fransızlar bu maddeleri hiçbir zaman uygulamadılar. Özellikle eğitim ve sağlık hizmetlerinde, Hristiyan nüfusu, Türk nüfusa yeğ tutan bir davranış içine girdiler. Bu tutum, sancakta   yaşayan farklı etnik grupların, farklı dili konuşanların ve farklı siyasi akımlara mensup olanların çatıştığı karışık bir ortam yarattı.


Fransızların, İskenderun Sancağı´ndan çekilmemeleri ve sancak içindeki Türk nüfusa karşı davranışlarındaki eşitsizlik üzerine tekrar faaliyete geçen direniş örgütü, merkezi Adana´da olan, Tayfur Ata Bey (Sökmen) başkanlığında, İskenderun ve Havalisi Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti´ni kurarak, Ankara ile ilişkilerini devam ettirdiler ve bir heyet halinde Ankara´ya giderek, Mustafa Kemal´den bölge ile  ilgilenmesini istediler.


1922´de Fransızlar tarafından Suriye Devletleri Federasyonu kuruldu ve İskenderun Sancağı, Federasyona bağlı olan Halep Devleti içinde yer aldı. Ülkenin bağımsızlığını ve bütünlüğünü garanti altına alan ve yeni Türkiye Devleti´nin sınırlarını çizen Lozan Antlaşması´nda esaslı bir şekilde ele alınmayan ve bu nedenle yöre halkının umutsuzluğa sevk eden Hatay Meselesi, Atatürk´ün 15 Mart 1923 günü Adana´da yaptığı konuşmada, “Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz. Günü gelecek siz de kurtulacaksınız” diyerek Hatay konusuna bakış açısını net bir şekilde ortaya koymuştur.


Gelişen olaylar karşısında bölgede yaşayan diğer etnik gruplara karşı da örgütlenme ihtiyacı duyan Türk nüfus, Türkiye ile birleşme temasını işleyen Altın-Özü isimli bir gazete ile faaliyeti çok kısa süren Antakya Halk Fıkrası adlı bir de parti kurdular.


Bölgedeki huzursuzlukların Milletler Cemiyeti´nde yaptığı etkiler sonucu 1926 yılında Fransızlar, İskenderun´da bir hükümet kurulması teklifini gündeme getirdiler. Teklife göre, Beyrut´taki yüksek komiserliğe bağlı olarak çalışacak bu hükümetin kendi anayasası, kendi meclisi ve seçilmiş bir başkanı bulunacaktı. Hükümet merkezi olarak İskenderun öngörülmekteydi. Bu hükümetin teşkili amacıyla yapılan seçimler sonucunda, Arapların çoğunlukta olduğu bir meclis oluştu. Başkanlığına da Ahmet Türkmen´in adaylığına karşılık, İskenderun Sancağı´nda Fransız olağanüstü komiserinin delegeliğini yapan H. Duriex´in getirildiği Bağımsız İskenderun hükümeti, gördüğü tepkiler karşısında kısa bir süre sonra ismini, Kuzey Suriye Hükümeti olarak değiştirme kararı aldı.


Anayasaları gereği sancağın bağımsızlığı  için yemin etmiş olan Kuzey Suriye Meclisi  milletvekilleri bu karardan dört gün sonra, Şam´daki Merkezi Suriye Hükümeti´ne bağlanma kararı aldı. Ortaya  çıkan bu yeni durum üzerine Fransa´nın Suriye üzerindeki manda yönetiminin sona ereceği 1935 yılından sonra, İskenderun Sancağı´nın geleceğini, Türk nüfusun çıkarlarına uygun bir neticeye ulaştırmak amacında olan Türkler, Fransızların engelleme gayretlerine rağmen hedeflerine ulaşmak için yoğun bir propaganda faaliyetine girdiler.

 

Hatay Devleti Dönemi

Atatürk, 1936 yılı TBMM´nin açış konuşmasında, "... Fransızlar ile aramızda senelerdir sürüp giden davanın neticelenmesinin zamanı gelmiştir." diyerek, sancağın bulunduğu bölgeye Hatay ismini verdi. Bu davranışı ile Hatay Meselesine ciddi olarak el konduğunu ifade etmiş olan Atatürk, o sırada faaliyette olan Antakya-İskenderun Yurdu Cemiyeti´nin adını da Hatay Egemenlik Cemiyeti olarak değiştirdi. Bu cemiyetin merkezi İstanbul´da idi.

                
Atatürk’ün emri ile İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Cemiyetin genel başkanı, Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmen Süer genel sekreter olmuştur. Ayrıca Hatay bölgesi ile ilişkilerin rahatlıkla kurulabilmesi için Dörtyol şubesi faaliyet merkezi olarak tespit edilmiş, cemiyetin fahri genel başkanı olarak Tayfur Sökmen de Türkiye ile Hatay arasındaki ilişkileri düzenlemekle görevlendirilmişti.

Olayların hızlı bir gelişme içine girdiği bugünlerde, Fransız başbakanı Leon Blum´un, Suriye´ye bağımsızlık verileceği şeklinde beyanı, Hatay´ın Suriye´ye geçmeden anavatana katılması için yapılacak çalışmaların hızlandırılmasını gerekli kıldı. Bu sırada Türk nüfusun aleyhine gelişeceği sezilen, 14-15 Kasım 1936 genel seçimlerine Türkler katılmayarak seçimi boykot ettiler. 1937 yılı başında, Hatay´daki huzursuzluğu gündemine alarak görüşen Milletler Cemiyeti, "...her Hataylı dilediği cemaat listesine yazılmak ve rey vermek hakkına sahiptir" maddesini içeren Türk tezini kabul etti ve yapılacak halk oylaması  için Antakya´ya bir gözlemci heyeti gönderdi.

Heyetin halk oylaması konusunda olumlu bir kanı ile Cenevre´ye dönmesinden ve raporlarını 27 Ocak 1937´de Milletler Cemiyeti´ne vermelerinden sonra, İskenderun Sancağı için yeni bir statü ve anayasa taslağı hazırlanarak sancakta, Millet Meclisi seçimi yapılması kararı alındı. Türkiye adına Numan Menemencioğlu´nun katıldığı anayasa taslağı hazırlama komisyonu, Fransız, İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı diplomatlardan oluşmaktaydı. Komisyon tarafından 15 Mayıs 1937´de tamamlanan tasarı Milletler Cemiyeti´nce 29 Mayıs 1937´de kabul edildi. Bu  taslağa göre sancak, içişlerinde bağımsız, dışişleri, maliye, gümrük işlerinde Suriye´ye bağlı kalacaktı. Sancağın toprak bütünlüğü, Türkiye ve Fransa´nın garantörlüğü altındaydı.

Milletler Cemiyeti´nce kabul edilen tasarı esasları çerçevesinde Ekim 1937´de Antakya ve İskenderun´da Türk konsoloslukları açıldı. 15 Nisan 1938´de başlayan ve ileride yapılacak Millet Meclisi seçimine esas olacak sayım işleminde, adilane hareket edilmeyip, Türkler aleyhine bir tavır takınılması üzerine durum, Türkiye Cumhuriyeti´ne, Fransız Hükümetine ve Milletler Cemiyeti´ne duyuruldu

Bir süre  sonra Fransız idaresindeki Suriye Devleti ile Hatay Devleti arasında bazı konularda yetki ve yönetim açısından baş gösteren anlaşmazlıklar giderek büyüdü. Manda yönetimi zamanından  bu yana görev yapan bütün Fransız ve Suriyeliler, Türk yönetimince işten çıkarıldılar. Gerginleşen münasebetler üzerine Suriye Devleti´nin bir ara posta pulu vermemesi üzerine, Hatay Devleti, Türkiye Cumhuriyeti´nin pullarını kullanmaya başladı. Kısa bir süre sonra kendi pullarını çıkaran Hatay Devleti, Uluslararası Postalar  Topluluğu´na üye oldu. Devletin parası Suriye parası  idi. Vurgunculuğa mani olmak amacıyla gizlice toplanan meclisin bir gece içinde çıkardığı bir kanunla, Suriye parası yerine Türk lirasına geçildi. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası İskenderun´da bir şube açtı.

Bu sırada Hatay´ın Türkiye Cumhuriyeti ile olan sınırı kapalı idi. Suriye Devletiyle anayasa gereği bir sınırı bulunmamaktaydı. 20 Ekim 1938 gece yarısı Fransızlar, kendilerine çıkarılan güçlükleri bahane ederek, Suriye Devleti´nin Hatay Devleti ile var olmayan sınırını kapattılar ve Hatay Devleti ile olan ilişkiyi dondurdular. Amaçları, Türkiye ile sınırı kapalı olan Hatay Devleti´ni ekonomik açıdan güç duruma sokup kendi istekleri doğrultusunda hareket etmeye zorlamaktı. Bu olaya misilleme olmak üzere  Hatay Devleti de Suriye ile yeni oluşan sınırını kapattı. Her iki taraftaki sınırın kapalı olmasının Hatay Devleti´nin ticaret ve ulaşım işlerini aksatacağı ihtimali karşısında, olaydan iki gün sonra Millet Meclisi´nde alınan bir kararla Türkiye Cumhuriyeti ile olan sınır açıldı.

Suriye hududunun Fransızlar tarafından kapatılması, öteden beri düşlenen, Hatay´ın anavatana katılması hedefi için pek olumlu bir ortam yaratmıştı. Fransızların bu durumu sezip özür dileyerek, Hatay Devleti ile olan sınırı tekrar açmalarına rağmen Hatay Devleti, Suriye Devleti ile olan sınırını açmadı. Bu gergin ilişkiler içinde, anavatana katılma arzusu ile dolu sekiz ay geçti.

Türkiye Cumhuriyeti´nde 1939 yılında yapılan milletvekili seçiminde, Hatay Devlet Başkanı Tayfur Sökmen Antalya´dan, Başbakan Abdurrahman Melek ise Antep´ten milletvekili seçilerek TBMM´ye girdiler. Bu  olay Hatay´ın Anavatan´a katılması hedefinin  bir diğer adımını  oluşturmakta idi. Zaten Fransa da bu konuya son zamanlarda ılımlı bakmakta kamuoyunda ise bu çözümün bölgedeki istikrar ve her iki devletin geleceği  için en uygun yol olacağı görüşü ağırlık kazanmakta idi.

https://www.hatay.gov.tr/IcerikDetay.aspx?IcerikId=184